26 Temmuz 2023 Çarşamba

iki kabus.

bir.

elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim sevdiğim şekilde değil. artık sevişmiyoruz bile. emeklilik yaşı bilmem kaç olmuş çalışmak zorundayım hala. işten eve geliyorum yorgun argın. klinik yine yoğunmuş, refakatçilere içimden on kere la havle çekmişim. eve gelirken manavdan yeşil fasulye almışım çünkü adam market alışverişi bile yapmazmış. 

eve geliyorum ve adamı koltukta iki seksen uzanmış televizyon izlerken buluyorum. mutfak dün geceden beri dağınık çünkü toplamadan yatmışım. astığım çamaşırları da toplamalıyım. yeni bir la havle seansı ve önce çamaşırları topluyorum sonra manavdan aldığım yemeği yapıyorum. adama sesleniyorum geliyor, yiyor ve tekrar uzanıyor. ne kadar yorulduğundan çocuğun bu ayki okul taksidinden bahsediyor. "çay demlesene." diyor sonra. kalkıp demliyorum. siyah mutfak fayansından yansımama bakıp azerice bir türkü mırıldanıyorum. çünkü mahkumlar bunu yapar.  

*

iki.

elli yaşındayım. hayatıma gelenler ve gidenler olmuş. "hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum" anını çoktan yaşamışım ve bunun farkındaymışım. yapayalnız kaldığım için hiçbir yere sığmamışım. evim yok kira da ödeyemez olunca kendime bir tür bakımevi bulmuşum. en azından banyoda düşüp bi yerlerimi kırarsam beni bulan birileri olur diye düşünüyorum. içimden her seferinde umarım hasta bakıcılar kimseyi dövmüyordur diye düşünüyorum. 

tek aktivitem eski fotoğraflardan arkadaşlarımı seçmek ve aynı bakımevindeki sinir bozucu tiplerle uno oynamak. o çok beklediğimiz serinin üçüncü kitabı hala çıkmamış üstelik. bakımevindeyim, daracık bi odada tek başıma eskiden yaşadığım aşklarımın ne kadar da sahici olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum. en azından bir şeyler yaşadım diyorum kendime, ya sevmenin tadını hiç bilmeseydim...

25 Temmuz 2023 Salı

kuş olsam yapacağım şeyler listesi.

 

hayatım boyunca hep başka bir varlık olarak dünyaya gelmenin hayalini kurdum. sincaptan kertenkeleye, akşamsefasından çimene her şey ama her şey olurdu. 

ama kuşlar... ah, onlara ne özeniyorum bir bilseler. belki bi güncük yer değiştirmeye tamam derlerdi. belki onları ve tanrı'yı ikna ederim umuduyla yaptığım o liste aşağıda.


*güzel istanbul'umun her yerini ama her yerini gezmek, yokuşlarını özlerim belki çıkamadığım ama yukarıdan görüntüsüne de aşık olacağım eminim.

*kanat çırpmak, bunun nasıl bir his olduğunu çok merak ediyorum. martı dostumuz jonathan'ın söylediğine göre harika bir hismiş..

*kuş dilini çok iyi konuşuyorum. eğer ielts gibi bi sınavı olsa 8.5 ile falan geçerdim muhtemelen.

*evim nerede bilmek hissi. bunu da çok merak ediyorum. eğer bir kuş olsaydım kendime bir yuva kurup buna evim diyebilirdim, bir kırlangıç olsam örneğin yaşlı bir teyzenin balkonuna tünerdim. ya da daha da iyisi tüm dünyayı evim gibi hissedebilirdim. insanken böyle hissetmiyorum. tek bir an bile hissetmedim.

*sevdiklerini toprak almış birileri kuş gördüğünde onları yanında hisseder bazen. bu işe yaramak isterdim ben de.

*kuş olsam sesim mükemmel olurdu eminim, sabah akşam şarkı söylerdim; sevgililer, yalnızlar, kendi kalbine hapis olanlar ve özgürlük nedir hiç tatmayanlar için

*bana bir keresinde kumru olduğum söylenmişti aslında. çok inandırıcı bir yalandı ve yalan olduğu yüzde yüz belli olmasına rağmen. ben inanmayı seçtiğim için inandırıcıydı belki de. çünkü bilirsiniz aşık olduğunuz zaman yürek denen ormanda bir kuş anormal bir hızda döner. benim hikayemde kuş bendim ve kumru olmam istenmişti. yine bir şeyleri yanlış yaptım ve olmadı. belki gerçek bir kuş olsam böyle olmazdı.

*eğer bir kuş olarak yaratılsaydım belki kendimi daha çok severdim gibi de geliyor. renkli tüylerim bile olurdu belki, annem bana nasıl uçmam gerektiğini öğretirdi hem. her şeyi ama her şeyi el yordamıyla öğrenmek zorunda kalmazdım.

*eğer bir kuş olsaydım asla olmayacağım şeylere özenip böyle bir liste hazırlamazdım sanırım.

7 Temmuz 2023 Cuma

etim ağrıyor.



bana biri ne yapmam gerekiyor söylesin.

benim etim ağrıyor. ben yalnızım. paramparça hissediyorum kısmen.

ne yapacağım söyleyin ne olur; çünkü ben uzun zamandır düşünüyorum, aklımı yitirene kafam patlayana kadar düşündüm; okudum, hareket ettim, sevdim seviştim. ama geçmiyor. 

ne zaman kendimden başka yöne çevirsem kafamı, sırtıma bir balyoz gibi kendi yumruğum iniyor. ben kendimi rahat bırakamıyorum. ve saçlarım beyazladı artık.

benim elimden tut, bana merhamet et artık. çünkü ben ne yapmam gerekiyor bilmiyorum. elimi kolumu nereye koyacağım mesela, şu dağlara ne yapacağım, aşılmalı mı bırakıp gidilmeli mi? savaşılmalı belki ama nasıl? mızrak mı uygun olur yoksa gürz mü?

yalvarıyorum biri bana yardım etsin, çünkü ben her şeyi tüm bunları bırakıp gökyüzüne ya da toprağa karışmak için çabalamaya başlayacağım.

tamam yaşam da haktır ölümün hak olduğu kadar. tamam bi kere geldik bu dünyaya. ama hepimiz yaşamı başına vuran bi piyango gibi hissetmiyoruz işte. benim hayatım daha çok sıkıcı anlar unutulsun diye güzel anılar yaratmaya devam etmekten ibaret. sıkıcı anlarda güzel anıları tekrar ederdim kafamda eskiden, şimdi ona da gücüm yok. diyorum ya etim ağrıyor, kemiklerim çürüyor. eskisi kadar güçlü olamamaktan korkuyorum. 

ne zamana değin savaşmaya devam edebilirim. bunu bu işe girmeden önce düşünmem gerekmez miydi? ama işte yüzmeyi de bu yüzden beceremiyorum. everest'e tırmanırım istersem, güçlenirim kaslanırım strateji  çalışırım ama kendimi akışa bırakamam. hayatın içinde minik bir tane gibi hissedemem. ölürüm daha iyi elimdeki gücü bırakmaktansa. ayaklarım kumlara taşlara ve yosunlara değsin isterim.


everest'e tırmanabilirim sanırım.

4 Temmuz 2023 Salı

mektup yazmanın zorluğu üzerine.

 

 





 

bu başına oturduğum kaçıncı mektup bilmiyorum. yaşayan ve ölmüş pek çok kişiye yazmam gereken şeyler var. kafamın çöplüğünde uyuyorlar. ne onları kaldırıp atmaya ne de iyi bir şeylere dönüştürmeye gücüm var. 
ama bir yerden başlamalıyım öyle değil mi? bana zaman zaman eğer bir sorunu çözemiyorsam etrafından dolanmam söylenir. şu anda da farklı bir şey yapmıyorum aslında. mektup yazamamak üzerine bir şeyler karalıyorum.


iletişimi tek taraflı ama tacizkar da olmayan bir şekilde sunduğu için seviyorum sanırım mektup yazmayı. bir de bence insanlar birbirlerini pek dinlemiyorlar ama birine mektup yazsanız mutlaka okur gibi de geliyor. bilmiyorum, her zamanki kerizliğim belki de.


ilk mektubumun sahibi anneannem olacaktı, burada o halen hayattayken yazdığım bir mektup da var aslında. ikinci mekupta ona hayatın onsuz ne kadar sıkıcı olduğundan, tek başımayken alamadığım kararlardan, onlar gittikten sonra bir daha hiç greyfurt yiyemediğimden, altına giremediğim ve kaldıramadığım taşlardan bahsetmek istiyordum. ama yapamadım. o artık hayatta değil ve hiçbir şeyin anlamı yok. mektup yazmanın da ona yazdığım mektupları kendim okuyacak olmanın da.


eğer bir mektup yazabilsem ona şunları söylemek isterdim. 

"anneanne, seni çok özlüyorum. bazen seni çok özlediğimde içimden benim için kuş uçurur musun diye soruyorum. beni hala duyduğuna inanmak istiyorum çünkü. keşke bunu bilebilmenin bir yolu olsaydı... sen yokken yeni bir kente taşındım, birilerini terk ettim, birkaç sınav kazandım ve içimdeki boşluk duygusu hiç geçmedi. sanırım bunun geçebilen bir şey olduğuna inanmaktan vazgeçiyorum yavaş yavaş. 

kızınla aramız hala aynı. karmaşık. ve bu konuyu artık eskisi gibi deşmek istemiyorum. aslına bakarsan kendimle ilgili hiçbir konuda artık heyecanlanmıyorum. bunun ne anlama geldiğini bilirsin; kabuk değiştirme vakti. neyse ki, bu konuda iyiyiz hala.


anlattığın ve ezberimde olan masalları başka insanlara anlatmaya karar verdim. çok beğendiler, favorileri hala al yazmanın oyası. arkaya türküyü de açınca gerçekten etkileyici oluyor yalan söyleyemem ama ben hala bana bu hikayeyi yaylada ikimiz çardakta otururken ilk anlattığın haliyle seviyorum. gökyüzü ve bulutlar büyümüş gibi gelmişti o zaman bana. artık öyle hissetmiyorum. insanların gözlerinde de aynı büyümeyi arıyorum sanırım.


seni ve dedemi de çok arıyorum. siz gittiniz ve içimdeki çocuğa ait kocaman bir parça hiç gelmemek üzere koptu. ve orayı inan neyle doldurabilirim bilmiyorum. burada olmana ve bunun hakkında konuşmaya o kadar çok ihtiyacım var ki. ölmez otuna, panomda asılı fotoğrafına ve kuşlara tutunacağım.


yeniden görüşebilmek dileğiyle."

4 Eylül 2021 Cumartesi

 


perdeyi arala.

gördüğün şeyden mutlu olman gerekmez illa.

perdeyi aralamak; bir yara kabuğunu kaldırmaktır.

perdeyi aralamak; şimdi

"haydi beni yıkabiliyorsan yık"tır.

dünya için ve dünyaya rağmen.


ve henüz vazgeçmemişken gün doğumundan

ellerin gitsin tüllere.

güneş yalasın ellerini.


haydi

ya ay

ya güneş buldurur yolumuzu

o perdeyi arala

yoksa

yoksa kötü şeyler olacak sevgilim

canavarlar kapıda.

14 Ağustos 2021 Cumartesi

eşyanın tabiatı.

 



geçmişime dair içimde biriken özlemlerin en büyüğü belki de "çiçek kız" olmak. kafamı soktuğum fanusun bulanık suyunda hatırlayabildiğim yegane anı bu: çiçek kız. daha doğrusu çiçek kız kalabilmek, çiçek kızı oynayabilmek; devamlı devamlı devamlı... hiç bıkmadan... amerikalılar haklıdır belki de; bir şeyi sonsuz kez tekrar edersek gerçek oluyordur.

ama bunu şimdi yapamıyorum. 

ne değişti bilmiyorum; neyim var benim, bana ne oldu hiçbir fikrim yok. sadece sanki bir büyüye tutuldum ve oyunlarımın hepsini bıraktım; onların hepsi rol değildi elbette içlerinde kendim de vardım. ama umursadım çöpe atıverdim tüm kimliklerimi. yahu ben değil miydim arkadaşlarımın hepsini "belki de bir oyunun içindeyiz şu an, bu sahneden selamsız inemeyiz." diye tavlayan. ben değil miydim Cortazar'ın Seksek'ine bir katman da ben ekleyen; sırf oyun oynamak olsun diye.


bana ne oluyor?

benim için yapıldığına emin olduğum tüm oyun parkları nereye gitti, yoksa onları da mı ben kurmuştum kafamda. belki de ben kurmuştum gerçekten. kötü de olmadı, hayatımın bir dönemi müthiş mutlu geçti bu sayede.


şimdi herkes bana o kızın nerede olduğunu soruyor, sanki onu gizlice odamda bir dolaba saklamışım gibi. sanki onu "kaybetmişim" gibi. herkese o kızın benden gittiğini nasıl söyleyeceğim? bir daha hiç bize uğramayacak olma ihtimaline ne kadar yakınız? 


o kız kendinden çok emindi, işlerin yoluna gireceğinden hatta ve hatta tüm işleri kendisinin yola koyacağından... bitmek bilmeyen neşesi, hayata dört elle sarılması, durmadan yeni yollar araması, sözler vermesi ve o sözleri tutması; her şeyiyle müthiş biriydi. 

çiçek kız'sanız tamamdınız. her şey elbet yoluna girerdi; bunun için yüzünü asmaya ne gerek vardı allasen? hayat tam da karşımızda bütün ve berrak olarak durmuyor muydu? onu kaçırma şansımız yoktu o zaman. değer miydi kendimizi yıpratmaya ihtimallerin heyecanı için?


oysa şimdi her şey o kadar karmaşık ve bulanık ki... bazen elimi kolumu bile nereye koyacağımı bilmiyorum. bunlar benim uzuvlarım mı emin olamıyorum; ya da ne bileyim burada gülmem mi gerekiyordu, şurada mı dinleniyorduk emin olamıyorum asla. kısacası yoruluyorum. bol bol yoruluyorum. taş taşır gibi yoruluyorum. belki de hiçbir zaman çiçek kız değildin, sen lanetlisin'lerle baş etmeye çalışıyorum. göz yaşlarıma hakim olmaya çalışarak geçiyor genelde vaktim, mutsuz bir robot gibi işe, markete, eve gidip geliyorum. 

ve ben de herkes gibi çiçek kızın bana dönmesini bekliyorum. 

artık bana dönmenin vakti geldi çiçek kız, dünyanın sana ihtiyacı var.


 🌸




27 Haziran 2021 Pazar

kalbime döneceğim ama hangi yolla?

 


bilmiyorum. sisifos da bilmiyor. ben ve o, o çok ünlü dağın tepesine oturmuş bir şeylerden yakınıp bir şeyler içiyoruz.

çok bir fark yok aslında eski halimizden daha önce de o taşı iterken bir şeylerden yakınıyorduk. bizim gibiler biraz böyledir; var oluşumuzun yanında kocaman bir homurtu balonu belirir. sadece bunu biliriz çünkü; çabalarımızın boşa gideceğini biliriz bir de. ne yaparsak yapalım patinaj çekeceğimizi, o sudan kulaç atarak kurtulamayacağımızı; vereceğimizin en büyük çırpınışın, emeğin bile karşılığının bize sadece boğulmadan çırpınmaya devam edebilmek olarak döneceğini biliriz. 

bize hep eksiden sıfıra yaklaşıyor olmanın da pozitif bir değişim olduğundan bahsederler. biz, başkalarına artı sonsuz mucizeler sunulduğunu bilip susarız. biz her şeyi ama her şeyi bilip susarız. homurdanmaya devam ederiz demek daha doğru belki de. ama bizi duymazsınız merak etmeyin. bizi kimse duymaz.

bizi kimse duymaz ama herkes bize akıl verir. ne yapmamız gerektiğini söylerler durmadan, duraklamadan ve susmadan. bizi o fanustan çıkarmak, başımızı o suyun içinden çekivermek asla gelmez akıllarına. sadece konuşurlar biz de onları dinler, dinlerken susar, yalnız kalınca da homurdanırız debelenmeye devam ederken. evet, aynen böyle olur.


seni seven çok az insandan biri yok olur mesela. toprağın altına gider, sana türkü söylemez olur. elinde çektiğin videoları ve anılarınız dışında hiçbir şey kalmaz. sen bir daha nasıl greyfurt yiyeceğini düşünürsün millet sana akıllar verir, şu filmi izle der, şu meditasyonu yap der; sen tüm greyfurtları bıçaklamak o filmin amına koymak istersin. ama dediğim gibi kafanı fanusa sokup homurdanmak dışında bir şansın yoktur.

dedem artık yok, dedem gitti, dedem göçtü. ne kadar çok tekrar edersem o kadar çabuk kabullenirim sanıyordum. ama öyle olmuyormuş. kabullenemiyorum güzel dedem, çiçek dedem; kabullenmiyorum. sensiz bir dünya istemiyorum. ama onlar beni almakta ısrarcı. beni o korkunç kalabalıkta ezmekte ısrarcı. 

ne yapacağım? ne yapacağım? 

kalbime nasıl döneceğim bilmiyorum, belki sen yardımcı olurdun burada olsan ama yoksun işte. kalbime dönmek istiyor muyum onu bile bilmiyorum.


keşke senin yanına gelebilecek cesaretim olsaydı. en azından bir şeyleri başarmış olurdum diye düşünüyorum. en azından o taşı bir yerlere taşımış olurdum. en azından kafamı az da olsa o fanustan çıkarmış olurdum.


15 Mayıs 2021 Cumartesi

mağrur bir mağduriyet.

 


hiçbir şey değişmedi,

hala bir okyanusun kalbini arıyorum,

hala küçük mağduriyetlerimden dört başı mağrur bir hükümdarlık kurmaya çalışıyorum.

negatiften sıfıra ulaşmak da pozitife doğru gitmektir.

kendimi buna ikna etmeye çalışıyorum. 

bir de sanırım yazmayı unutmuşum; üzerine eğilsem iyi olacak. 

6 Mayıs 2020 Çarşamba

kavanozların dibine dair bir liste.






İşte bana hayatın bir şölen olduğunu hatırlatan şeylerin bir listesi:

*Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıklarının Müellifi romanı.

*Before üçlemesi. "Gerçek" aşkın dümdüz akıp giden bir nehir değil de o nehirde boğulmamaya çalışmak olduğunu anlamak. Benden başka birilerinin de zaman mevhumuna bu kadar takıntılı oluşu.

*Hikmet'in Bilge'ye mektubu.

*Niğde Gazozu.

*Cortazar'ın Seksek'i. Hayatta oyun oynamaya halen değer veren birilerinin olduğunu bilmek.

*Aziz Paul Yolu. O yolda yürüyebilme ihtimalimiz. Güneş'ten yanan tenlerimiz ve Hür İnsan şiiri.

*Sait Faik'in öyküleri. Bir "Hişt, hişt" sesi yoksa ne fena..

*Arkadaşlar. Başka cümle etmeye gerek var mı? Onlar seçtiğimiz ailelerimiz değiller midir?

*Konsere gitmek; kalabağın büyüyerek tek bir insan olması. Yusuf bey, belki de konserden çıkmış insan diye bir tanımımız vardır.

*Okuduğumuz romanların kahramanlarına özenip listeler yapabilmek. Sahi, hala umut var mı bizden?

2 Mayıs 2020 Cumartesi

sisifos için yanıp durma ayini.









Bu yazıya iç huzur yalanını anlatmak ve kendimi bazı konularda aklamak için yazmaya başlamıştım aslında. Ama kendime şunu sordum; ne gereği var?

Hayatım bir şeylere sinirlenip başka şeylerden hırsımı çıkarmaya çalışmak dışında nasıl geçiyor? Geçmiyor. Çünkü benim yapmayı en iyi bildiğim şey bu. Mızmızlanmak. Başka bir şey bilmiyorum.

Çok kızgınım gerçek dertlerim olduğu için. Bana "iç huzurunu aramak" gibi dandik uğraşlar sunmadığı, kendime plastik bir hayat kurarak mutlu olamadığım için çok kızgınım hayata. Keşke tek derdim kendi kusurlarımı kapatıp iç dengemi, staminamı kurmak olsaydı. Keşke hayatımda tek bir kez -bunu şımarıkça bulmadan- beni çeken depresyonun koynuna girebilseydim. Keşke o hüznün içine balıklama atlayabilsem; şimdi nasıl hayatta kalacağım, nasıl para kazanacağım, özgürlüğümü nasıl elimde tutacağım derdim olmadan... 

Belki o zaman her darbe alışımda kafama bir kayayla vuruyorlarmış gibi hissetmezdim. Tepeye kadar çıkarmaya uğraştığım taşlar benim üstümden geçip gitmezdi, kendimi daimi bir savaşın ortasında müttefiksiz hissetmezdim.

Sahi ne zamandır savaşıyorum dünya ile? İlk ne zaman "ben" dediysem o zamandan beri herhalde. Çünkü bilinir bu dünya ile olan savaşı kimse kazanamaz. Yenişemezsiniz en  fazla, pes edene kadar oynamanız gerekir. Bu kazanmak için oynadığınız bir oyun olmaktan çıkar; onurunuzu korumak için oynanan bir oyuna dönüşür. 

Sahi Sisifos, sen neden yitip giden o kayanın üstüne bir bardak su içmiyorsun? Neden o tepeden güzel gün batımları izlemiyorsun, neden hiç olmayacak dünya işleri için yırtıyoruz kıçımızı, söyle neden? 

İtiraf edelim, dünya ile savaşıyor olmanın çok ilginç bir cazibesi var. Sahi senin de bazen içinden Vietnam'a gidip neden Vietnam'a gitmelisiniz başlıklı bir yazı yazasın gelmiyor mu? Bu eski bir dostumuzun başına gelmişti. İyi gelir sanmıştı belki de...

Hepimizin hayali değil midir aslında bu... Hepimiz bir gün o taşı yerine koyup gün batımını öyle izlemek istemiyor muyuz? Peki o taşı yerine koyduğumuzda her şeyin iyi olacağına, içimizin birden tamamlanacağına nasıl güveniyoruz. Nasıl emin olabiliyoruz bundan? Neyi kanıtlıyoruz dünyaya ve kendimize? Neyin başarısı bu? Yok olup gitmeyecek olmanın mı?

Yorulmam sanıyordum belki de, bunu sonsuza dek yapabilirim gibi geliyordu. Sevgi mi o, aşk mı, yaşam sevinci mi, her neyse işte.. Bende sonsuz bir kaynağı var sanıyordum. Eğer yeterince çabalarsam olduramayacağım şey yok sanıyordum. Eğer bir şeyler için kendimi parçalarsam o şey bana sunulur sanıyordum.

Tahmin edersin ki olmadı. Ama zaten buna alışkın değil miyiz? 


Keşke problemin kaynağının yalnızca ben olduğuma inandığım, kendi içimdeki problemleri çözersem dünya aydınlanır yalanına inandığım plastik bi ruhum olsaydı. Hayat, belki daha yaşanılır ve çekici gelirdi. Belki kendimi de o taşla birlikte tepeden aşağı bırakmak istemezdim o zaman.

iki kabus.

bir. elli yaşındayım. otuzlarımın başında, sırf  yalnız kalmamak için makul bulduğum bir adamla evlenmişim. adam kel ve göbekli ama benim se...